En korkunç korku filmleri listem

Bugün ne izlesek? Canımız korku filmi izlemek istiyor ve internetten “en korkunç korku filmleri” diye arattığımızda daha çok karşımıza eski korku filmleri çıkıyor. 60’ların ve 70’lerin korku filmleri korku anlamında beni çok da tatmin etmediği için sizlerle de daha güncel “en korkunç korku filmleri” listemi paylaşmak istedim.

En korkunç korku filmleri

1. The Shining (IMDb: 8.2)

Bir istisna ile başlıyoruz.  Filmimiz 1980 yapımı olsa bu listede olmazsa olmazlardan. Dönemimin filmlerine göre çok daha huzursuz eden ve korkutan bir başyapıt. Yönetmeninin Stanley Kubrick yazarının da Stephan King olmasının da tabi ki bu filmin yeteri kadar korkunç olmasının çok büyük bir rolü var. Kubrick’in kanımca en iyi filmi.

1980 yapımı olan bu filmin başrollerinde; Jack Nickolson ve Shelley Duvall görüyoruz. Film başkahramanımız  Jack Torrance’ın, kışın kapalı olan dağın ortasında bir otelin bakımını üstlenmesiyle ve ailesiyle beraber bu otele taşınmasıyla başlar. Jack’in oğlu sergizleri kuvvetli bir çocuktur ve ailesini otelde yalnız olmadıklarına ikna etmeye çalışır. Daha sonrasında gelişen metafiziksel olaylar aileyi farklı bir boyuta sürükleyecektir. Kar fırtınasının olduğu bir gün Jack doğa üstü güçler tarafından ele geçirilir ve olaylar ardı ardına gelmeye başlar.

Filmle ilgili bir kaç detay vermem gerekirse; Jack Nicholson’ın meşhur banyoya baltayla girme sahnesi tam olarak 127 tekrar almıştır. Bu sebeple en çok tekrar alınan film olmuştur The Shining. Küçük bir ek bilgi daha otelin dışındaki labirenti Kubrick’in kızı tasarlamıştır.

2. R.E.C. (IMDb: 7.5)

REC üçlemesinin en iyi filmi kesinlikle 2007 yapımı olan ilk filmdir. Bir İspanya yapımı olan bu filmin yönetmenliğini Jaume Balagueró üstleniyor. İspanya’nın Barcelona şehrinde çekilen bu filmin beni en huzursuz eden filmlerden biriydi. İlk filmin çekiciliğiyle hemen devam filmlerini de izlesem de ilk filmdeki tadı asla alamadım.

Bir İspanya korku şaheseri olan bu filmin konusuna gelirsek, bir televizyon kanalında muhabir olarak çalışan Angela ve Pablo, itfaiyecilerle ilgili bir programı televizyon kanalına yetiştirmekle uğraşmaktadırlar. Bu sırada itfaiyecilere gelen bir ihbarın ardından olay yerine gidip haberi canlı canlı yaşama imkanına kavuşmuşlardır. Yaşlı bir kadının ev kazası geçirdiğini sandıkları olayın aslında çok daha farklı olduğuna korkunç bir şekilde tanık olacaklardır. Zombi filmi diyebileceğimiz bu filmi farklı kılan unsurlardan biri de görüntülerini bütünüyle filmdeki kameraman Pablo’nun çekimlerinden izliyor olmamız. The Blair Witch Project ile başlayan, Cloverfield ve The Last Horror Movie gibi örnekleriyle de devamı gelen el kamerası çekimiyle çekilen bu film, bizi içine alan ürkütücü atmosfer ve özellikle gerilimin tavan yaptığı son 15 dakikasıyla en korkunç filmler listesine girmeyi son derece hak ediyor.

3. Get Out (IMDb: 7.8)

Çok yeni bir film olan Get Out gönlümü direk kazandı. 2017 yapımı olan bu filmin başrollerinde Daniel Kaluuya ve Allison Williams’ı izlerken yönetmenlik koltuğunda da ilk filmi Get Out olan Jordan Peele’i görüyoruz. Komedi türünde oyuncu olan Peele’in ilk işinin bu kadar başarılı olması ismini hafızamıza kazımamız gerektiğini çok iyi anlatıyor.

Film çok normal gibi başlasa da aslında ırkçılığa varan bir korku hikayesine dönüşüyor. Irkçılığı konu alan çok fazla korku filmine rastladığımı söyleyemem. Bu filmi de özel kılan unsurlardan biri de bu. Filmin konusuna gelecek olursak; Chris sıradan bir siyahi gençtir. Sevgilisi Rose ile mutlu bir ilişkisi vardır. Rose bir gün Chris’i ailesinin evine davet eder. Chris başta Rose’un ailesiyle çok iyi anlaşıyor gibi görünse de zamanla ailesinde bir tuhaflık olduğunu sezmeye başlar. Evde çalışan iki siyahi de son derece garip davranışlar sergilemektedir. Bir davette başka bir siyahi adam kendisine iş işten geçmeden gitmesini söyler. Başkahramanımız bir şeylerin ters gittiğini anlamaya başladığında işin içinden çıkılamayacak duruma gelmiştir.

IMDb puanının en az 8 olması gerektiğini düşündüğüm bu film Amerika’da da her 100 eleştirmeden 99nun olumlu yorum almıştır. İzlemeden geçmeyin derim!

4. Split (IMDb : 7.3)

Aslında “korkudan” ziyade “gerilim” kategorisine giriyor olsa da, 2016 yapımı olan Split’i o kadar çok beğendim ki bu listede olmasa olmazdı. Öncelikle belirtmeliyim ki, James McAvoy kesinlikle kariyerindeki en iyi performanslarından birini sergilemiş. Tam yirmi üç (evet yirmi üç) farklı kişiliği olan bir karakteri canlandıran McAvoy’un filmin her anında apayrı bir role girmesini seyretmek gerçekten bir film sever olarak çok ayrı bir deneyimdi diyebilirim.

Konumuza gelince; üç liseli kız bir alışveriş merkezinin otoparkında garip davranışlı bir adam tarafından kaçırılırlar. Zorla götürüldükleri evde yaşamaya zorlanan kızlar zamanla bu adamın farklı kişiliklere büründüğünü farkederler. Söz konusu karakterin klasik “çoklu kişilik bozukluğu” hastalığından fazlası vardır : her kişiliğin fiziksel özellikleri farklıdır. Örneğin bir tanesi diyabet hastasıdır ve düzenli olarak insülin iğnesine ihtiyacı vardır ! Bir yandan psikiyatra da düzenli olarak giden karakterimizin çok yakında kendini henüz hiç göstermemiş olan yirmi dördüncü bir kişiliğin varmasıyla her şey üç ergen kız için kabusa dönüşecektir.

5. The fourth Kind (IMDb: 5.9)

Bu filmin IMDb puanının gerçekten neden bu kadar düşük oluğunu anlamış değilim. Kesinlikle en az 7’yi hak ediyordu korku alanında. Yanlış hatırlamıyorsam farklı zamanlarda en az 3 kez izlemişimdir bu filmi. Korku filminden huzursuzluk bekliyorsanız bu filmi kesinlikle izlemelisiniz. Bu filmi izledikten sonra eğer geceleri uyanıyorsanız fazlaca huzursuzluk hissedeceğinizin garantisini verebilirim.

Başta belirtmem gerekir ki filmimiz göyya gerçek görüntülerden oluşuyor. Fakat bu tamamiyle bir yalan. Bence yine de filmin ürkütücülüğünü etkilemiyor bu bilgi. 2009 yapımı bu filmin baş rollerinde Mila Jovovich’i görüyoruz. Hikayemiz Alaska’nın Nome bölgesinde bir kasabada geçiyor. 1960’tan beri insanlar iz bırakmadan ortadan kaybolmaktadır. Bu bölgede uzun araştırmalar yapılsa da bu kayboluşlara bir açıklama getirilememiştir. Kocasını bir cinayet sonucu kaybeden Psikiyatr Abigail Tyler bir seansında onu görmeye gelen bir hastasında değişik belirtilere rastlamıştır ve bir kaç diğer hastası da aynı belirtilerden bahsetmeye başlayınca Doktor Abigail Tyler bu olayın üzerine düşmeye karar verir…

Film olarak başarılı mıdır bilemicem fakat korku anlamında beni tatmin ettiğini söyleyebilirim. İzleyin ve siz karar verin.

6. Don’t breath ( IMDb: 7.2)


Başrollerini Dylan Minnette, Stephen Lang, Jane Levy, Daniel Zovatto, Sergej Onopko ve Jon Donahue’nun üstlendiği yapımın senaryosunda ise yönetmenle birlikte Rodo Sayagues imzası bulunuyor.

Eleştirmenlerinden de geçer not alan 2016 yapımı bu filmin konusuna gelirsek; dört genç, zengin ve kör bir adamın evine girip hırsızlık yaparak bu işten kolayca sıyıragiliceğini düşünüyordur. İstismarcı annesinden kendisini ve kız kardeşini kurtarmayı amaçlayan Rocky, sevgilisi ve diğer arkadaşıyla bir plan çizmişlerdir. Amaçları; kör adamın kitli tuttuğu odaya girerek bütün parasını çalmaktır. Aslında engelli bir adamı soymak çok kolay gibi gözükse de tahmin bile edemeyecekleri olaylarla karşılaşırlar. Hedef aldıkları yaşlı ev sahibi aslında oldukça tehlikeli bir adamdır. Karanlıkta görme engelli tehlikeli bir adamla kalırsanız ne yaparsınız? İzleyelim öğrenelim.

7. The Exorsicm of Emily Rose (IMDb: 6.7)


Exorcism üzerine çokça film yapılmıştır. Hatta en korkunç filmler listesine baktığımızda ilk Exorcism’i görürüz genelde listelerde. Ben de kendi listemde yeni bir yorumlamasını eklemek istedim. İlk film her ne kadar korkutucu ve bir kült olsa da teknolojinin çok ileri olmamasından kaynaklanan “komik” diyebileceğim sahneler dolayısıyla korktuğumu söyleyemeyeceğim.

2005 yapımı bu filmde, Emily rolünü Dexter’dan da tanıdığımız Jennifer Carpenter canlandırmıştır. Rolü çok başarıyla oynadığını izleyince sizler de göreceksiniz. Söylenene göre film Anneliese Michel’ın hikâyesine dayanmaktadır. Ayini gerçekleştiren bölge papazı kasten adam öldürmekten sorumlu tutulur. Ateist bir avukat da davanın savunmasını yapar.

Bu filmi ilgi çekici yapan detaylardan biri de filmin gerçek bir davaya dayanmasıdır. Emily Rose karakteri, 1976 yılında bir şeytan çıkarma ayini sonrasında ölen Katolik  Anneliese Michel’in gerçek hikâyesinden esinlenilerek yaratılmıştır. Mahkeme Michel’in epileptik rahatsızlığının olduğunu kabul etmiş, doğaüstü iddiaları reddetmiştir. Ayini gerçekleştiren iki papaz ve Michel’in ebeveynleri kasıtsız adam öldürmekten ve ihmalkarlıktan ceza almışlardır.

8. The strangers (IMDb: 6.2)

2008 yapımı, başrollerini Liv Tyler’ın ve Scott Speedman’ın oynadığı filmin yönetmenliğini ise Bryan Bertino üstleniyor. Her ne kadar puanı çok iyi olmasa da bu film tüylerinizi diken diken etmekle kalmayıp aynı zamanda son derece huzursuzluk veriyor.

Yönetmen Bertino’nun çocukluğunda yaşadığı ve etkisinden çıkamadığı bir olayı senaryolaştırarak beyaz perdeye aktardığı bu filmde, Kristin McKay ve James Hoyt çiftinin yazlık evlerinde yaşadıkları anlatılıyor. Filmin konusuna gelirsek eğer; çiftin romantik başlayan geceleri, kimliği belirsiz üç kişinin ortaya çıkması ve hayatlarını bir cehenneme çevirmesiyle devam edecektir. Liv Tyler’ın ilk gerilim/ korku türündeki filmi de diyebiliriz bu film için.

Filmi gece ve yalnız izlemenizi çok tavsiye etmiyorum. Şahsen biraz rahatsız edici olabilir. Biraz Funny Games’i çağrıştırdığını da söylemeden geçemeyeceğim.
Film inanılmaz başarılı bir film olmasa da korku filmi arıyorsanız göz atabileceğiniz fimlerden.

9. The Others (IMDb: 7.6)


Kült sayılabilecek korku filmlerinden bir tanesiyle daha beraberiz. 2001 yapımı olan bu filmin başrolünde Nicole Kidman’ı izliyoruz. Yönetmenlik koltuğunda ise Alejandro Amenábar’ı görüyoruz. Filmin yapımcılığını da Tom Cruise yapmaktadır. Film her ne kadar bir korku filmi olsa da klasik bir korku filminde olan bir çok unsur bu filmde yer almamaktadır; kan yok, vahşet yok, küfür yok, seks yok, şiddet yok… Film aynı zamanda biraz da Alfred Hitchcock tarzı gerilim unsurlarıyla süslenmiş bana kalırsa.

Filmin konusuna gelirsek eğer; Grace (Nicole Kidman) kocasını İkinci Dünya Savaşı’nda kaybetmiştir. Grace, iki çocuğuyla beraber büyük, görkemli fakat herkesten ve her yerden uzak bir evde yaşamaktadır. Çocuklarının güneşe hassasiyetleri vardır. Bu sebeple eve güneş ışığı girmez, perdeler sıkı sıkı kapalıdır ve evin çok sıkı kuralları vardır. Bir gün üç kişi kapıyı çalar: ihtiyar bir kadın ve adam, bir de dilsiz genç kız. Zaten yardımcı arayışında olan Grace bu üç yabancıyı işe alır ve onları çocuklarının sağlık durumu konusunda uyarır. Grace’in kızı evde Victor adlı bir çocuğun da onlarla beraber yaşadığına inanmaktadır. Evin çevresini kaplayan yoğun sis yüzünden kasabayla irtibatları kesildiği sırada, Grace, kızının anlattığı hikayelerin doğru olabileceği yolunda kanıtlarla karşılaşır. İşte bu noktada, eve yardımcı olarak aldığı insanlardan da şüphelenmeye başlar.

Kült olmuş bu korku/ gerilim türündeki filmi hala izlemediyseniz bir ara vakit ayırıp izleyin derim.

10. 28 Weeks Later (IMDb: 7.0)

Yönetmenliğini Danny Boyle’un gerçekleştirdiği ilk film olan 28 Days Later’dan beş yıl sonra çekilen bu yapımda bu defa Bahis filminin başarılı senarist ve yönetmeni Juan Carlos Fresnadillo korku unsurlarını üst düzeyde kullanarak başarılı bir ikinci filme imza atmış. Yönetmeni ümit veren yönetmenler arasına koymamı sağlamış gayet başarılı film.

İlk film olan 28 Days Later’ın devam filmi olan 20 Weeks Later’ı şahsen ben daha çok beğendim. 28 days later’in karamsar ve gergin atmosferini yeniden basariyla yaratabilmis, irak isgali gondermeleriyle gonullerimizi ayrica fethetmiş film. Başrollerinde ise Robert Carlyle, Rose Byrne, Jeremy Renner gibi iyi oyuncuları izliyoruz. Her ne kadar zombi filmlerini sevmesem de bu film ilgimi çekmeyi çok güzel başardı. Her zombi korku filmi gibi bol miktarda iğrenç sahne göreceğiniz konusunda da sizi uyarmam gerekiyor. Eğer mideniz hassas ise bu filmi izlemenizi çok da tavsiye etmiyorum.

Filmin konusuna gelecek olursak; Rage virüsünün Britanya adalarına yayılmasının yarattığı karışıklık kontrol altına alınmış ve halk yavaş yavaş boşaltmak zorunda kaldıkları evlerine geri dönmeye başlamışlardır. Amerikan ordusu da, Londra’nın çeşitli yerlerinde düzenin sağlanması ve insanların güvenle evlerine yeniden yerleşebilmelerini sağlamak için yardım etmektedir. Rage virüsü, korkunç tehlikeli ve çok kolay bulaşabilen bir virüstür. Tam da insanlar virüsten kurtulduklarını düşündüğü anda virüs tekrardan çok daha tehlikeli bir şekilde geri dönecektir. Nitekim evlerine geri dönebilmenin sevincini yaşayan bir ailenin ferdi, korkunç virüsü hala vücudunda taşımaktadır. Virüs ise yeniden ortaya çıkacağı en doğru zamanı beklemektedir.

 

11. The conjuring (IMDb: 7.5)

2013 yapımı bu üçleme filminin en sevdiğim filmi kesinlikle ilki. Konusu denilene göre gerçek olaylardan esinlenen bu film, paranormal olaylar içeren bir korku filmi. Bana kalırsa günümüz paranormal korku filmleri türündeki yapılmış en güzel iş. Filmin ilk yarısı daha çok gerilim ağırlıklı diğer ikinci yarısında ise korku ögeleri giriş yapıyor. Klişeler oldukça fazla olsa da sürükleyiciliğinden hiç bir şey kaybetmiyor ve baymıyor.

Saw serisinde tanıdığımız James Wan yönetmenliğindeki filmin başollerinde Vera Farmiga ve Patrick Wilson’ı görüyoruz. 112 dakika süren bu filminden bir an bile gözünüzü alamayacağınız garanti edebilirim.

Filmimizin konusuna gelecek olursak; Ed ve Lorraine Warren dünyaca ünlü, doğaüstü olayları araştıran bir çifttir. Ed ve Lorraine Warren bir gün Perron ailesinden bir telefon aldıklarında hayatlarının en korkutucu görevine atıldıklarının farkında değildir. Perron ailesinin gözlerden uzak çiftlik evi nedeni bilinmeyen karanlık bir varlık tarafından kuşatılmıştır ve bu nedenle de hayatları tam bir kabusa dönüşmüştür. Bu vakayı çözebileceklerine inanan deneyimli Warren çifti, ne kadar şeytani bir varlıkla karşı karşıya olduklarının farkında değildirler.

Yalnız izleyecekseniz bir kez daha düşünün derim.

 

12. El orfonato (IMDb: 7.5)

El Orfanato 2007 İspanya-Meksika ortak yapımı yapımı korku gerilim filmidir. Sergio G. Sánchez’in 1996 yılında yazdığı senaryodan 2007 yılında sinemaya aktarılan bu gotik korku filminin yönetmeni Juan Antonio Bayona’dır. Filmin oyuncu kadrosunda ise Belén Rueda ve Fernando Cayo’yu görmekteyiz.

İlk gösterimi Cannes Film Festivali’nde yapılan film İspanya’nın Oscarları sayılan Goya Ödülleri’nin neredeyse tamamına aday gösterilmiş, bunlardan 7 tanesini almıştır.

Baş karakter olan Laura çocukluğunun en mutlu anılarını denize kıyısı olan bir yetimhanede geçirmiştir. Son derece sevgi içinde büyümüştür Laura bu yetimhanede. Arkadaşları, yetimhane çalışanları asla şefkatlerini ondan esirgememişlerdir. 30 yıl sonra Laura, kocası Carlos ve 7 yaşındaki oğlu Simon’la beraber bu yetimhaneyi satın alarak buraya geri dönmeye karar vermişlerdir. Amacı bu eskimiş yetimhaneyi restore ederek tekrardan hasta ve engelli çocuklar için bir yuva yapmaktır. Fakat değişik olaylar hayatını etkileyemeye başlamıştır.

Gerilimi ve korkuyu sonuna kadar hissedeceğiniz bu filme bir şans vermelisiniz.

 

13. The Purge üçlemesi (sırasıyla IMDb: 5.7, 6.5, 6.0)

Biliyorum. Bu kadar düşük puanlı bir filmin nasıl üç filmini de listeme koyarım değil mi? The Purge serisinin neden bu kadar puanı düşük onu da anlamış değilim zaten ama ben üç filmini de bayılarak izledim. Bu üçlemenin ilk filimden bahsedeceğim daha çok ilginizi çekerse zaten diğer filmlerini de izlersiniz. The Purge, yönetmenliğini ve senaristliğini James DeMonaco’nun üstlendiği 2013 yapımı korku-gerilim türündeki ABD filmi. Başrollerini Ethan Hawke, Lena Headey, Adelaide Kane ve Max Burkholder’in paylaştığı filmin devam filmlerinde bazı oyuncular sabit kalsa da karakterler de değişiyor hikayeye göre. Film çokça klişelerle dolu gibi gözükse de konusu gerçekten bana kalırsa çok ilginç. Özellikle ilk filmde konu çok daha güzel işlenebilirmiş, biraz konu mundar edilmiş aslında ama bu yine de size ısrarla tavsiye etmeme engel değil. Konusu şu dönemlerde başka filmlerde de kullanılsa da ilk çıktığında benim bu konuyla iligili ilk izlediğim film olduğu için beni çok etkilemişti.

Film çok yakın sayılabilecek bir gelecekte (2022) geçiyor. Suç oranının artık önünü alamayan ABD hükümeti “arınma” gecesi uygulamasına geçmeye karar verir. Yılda bir gece 12 saat boyunca suçlu ne yakalanacak ne de cezalandırılacaktır. Bu uygulama sayesinde ABD’de işlenen suç oranı nerdeyse 0 a inmiştir. Arınma gecesi süresince her şey serbesttir ve o gün ne polis ne de hastaneler çalışmaktadır. Bu durum zenginler için bir eğlence gecesi haline gelmiş olsa da fakirler ve evsizler için toplama kampından farksızdır. Aslında bu şekilde devlet nüfus kontrolü ve “mükemmel” insanların ülkesi olmaya da yaklaşmaya çalışmaktadır. Devamında ise bu fikre karşı olan insanların baş kaldırışlarına da tanık oluyoruz.

Filmin konusu her ne kadar mükemmel olsa da dediğim gibi ilk filmin işlenişi çok da başarılı olmamış fakat puanlardan da anlaşıldığı üzere devam filmlerinde biraz daha iyi bir iş çıkarmayı başarabilmişler.

Şiddetle izlemenizi tavsiye ederim.

 

 

 

İyi seyirler dilerim 🙂

 

Leave a Reply

Your email address will not be published. Required fields are marked *